Beach holidays are no longer limited to the traditional trio of sea, sand, and sun. Today’s travelers crave unique experiences that blend relaxation with innovation. Enter the Floating Lounge, an innovative addition to waterfront properties [...]
İnsanlık, varoluşundan itibaren su ile karmaşık bir ilişki yapısına sahip olmuştur. Önceleri sadece varlığını sürdürebilmek için ihtiyaç duyduğu su, yüzyıllar içinde kültürel, sosyolojik ve psikolojik önemler kazanmıştır. Suyla sürekli değişim halinde olan bu ilişki tarih boyunca çok farklı şekillerde karşımıza çıkmaktadır. Bilimkurgu romanlarından başlayıp ilk yüzer yapılara uzanan bu serüven, değişen dünya şartları ve gelişen teknolojiyle birlikte artık çok daha farklı maceralara atılmaya hazır görünmektedir.
Yapay Zeka programı Dall-E ile ‘future on water’ kelimeleri kullanılarak oluşturuldu.
İlk medeniyetlerden günümüze su kenarlarında var olan toplumlar, şehirler inşa etmiş, kendi su kültürlerini yaratmışlardır. Geçmişten günümüze öneminden hiçbir şey yitirmeyen kıyı olgusu, bugün de kara parçalarının en önemli kısımlarını oluşturmaktadır. 2010 yılında Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu’nun yayınladığı verilere göre, büyük ve yoğun nüfuslu şehirlerin, 25 inin 21’i nehir, deniz ve okyanus kıyılarına kurulmuştur. Her ne kadar bulunduğu bölgeye göre değişkenlik gösterse de su ve kara arasındaki ilişkide, nüfus yoğunluğunun %84 ünün kıyı bölgelerine kümelendiği görülmektedir.
Toplumların suya duyduğu bu bağlılık geçen zaman ve değişen dünya koşulları ile birlikte birtakım dezavantajları da beraberinde getirmiştir. İklim değişikliği ile suların yükselmesi ve bunun sonucunda ilk olarak kıyı şehirlerinin etkilenecek olması bunlardan biridir. Elde edilen verilere göre sıcaklıkların 1℃ artması, su seviyelerinde bir metrelik artışa neden olmaktadır. Yerleşimin çoğunluğu kıyı bölgelerde yoğunlaştığı için, 2050 yılına kadar büyük şehirlerin %90’nın suların yükselmesinden büyük oranda etkileneceği tahmin edilmektedir.
Yakın gelecekte suya yönelimin artacak olmasının en büyük sebeplerinden bir diğeri ise kıyı alanlarının genel kara oranına göre oldukça kısıtlı olması, bu bağlamda kıyı bölgelerinin yoğun ve çarpık kentleşmeye maruz kalmasıdır. Gelinen noktada dünya üzerinde yerleşilebilecek kıyı alanı neredeyse yok denecek kadar azalmıştır. Fakat insanlar su medeniyeti fikrinden kopamadığı için, tüm bu olumsuzluklar karşısında, karaya bağımlı su kültürü oluşturmak fikrinden uzaklaşıp su üzerinde bağımsız bir yaşam arayışına girmiştir.
Yapay Zeka programı Dall-E ile ‘floating houses on water’ kelimeleri kullanılarak oluşturuldu.
Su üzerinde yaşam denildiği zaman ilk akla gelen barınma ihtiyacından başlayan insanlar, geçmişten günümüze su üzerinde farklı şekillerde konutlar inşa etmişlerdir. Kökeni yüzlerce yıl eskiye dayanan yüzen evler, Güneydoğu Asya’da, Kamboçya, Vietnam, Tayland, Endonezya ve Çin gibi ülkelerde tarih boyunca sıklıkla görülmüştür. Yoğun yağış alan bölgede sık sık su baskınlarına maruz kalan halk, su ile savaşmayı bırakıp ona ayak uydurma yolunu seçmişlerdir denilebilir. Kamboçya’daki yüzen yaşam alanları normal ev gibi görünse de Çin’in yüzen köyleri çoğunlukla küçük teknelerden oluşmaktadır. Avrupa’da ise 7. Yüzyıldan itibaren ilk olarak Hollanda’da görülen yüzer yaşam örnekleri mevcuttur.
İkinci dünya savaşı sonrası ise değişen dünya düzeni ve yeni gelişmelerle su üzerinde yeni arayışlar ortaya çıkmıştır. Konutlardan sonra su üzerinde kamusal alanlar ve mega yapılar tasarlamaya yönelinmiştir. Gelişen gemi yapım teknolojilerinden de etkilenen mimarlar, okyanus alanını kullanmak ve okyanus alanında yeni yaşam olanakları sunmak için mimari ve kentsel tasarım çalışmaları yapmışlardır. İlk yüzen şehir projesi 1971‟de Okinawa Uluslararası Okyanus Sergisi’nde gösterilmiştir. Bu sergide yüzen şehir projelerinin dışında yüzer havalimanları, petrol stokları gibi farklı mega yapılar da bulunmaktadır.
Yapay Zeka programı Dall-E ile ‘future floating city’ kelimeleri kullanılarak oluşturuldu.
Bugün gelinen noktada ise insanların günlük hayatlarına rahatça devam edebileceği, çalışmak ve eğlenmek gibi temel sosyal ihtiyaç çözümlerini içinde barındıran, modern yüzer şehirler kurgulanmaktadır. Bu şehirlerin tümüyle karadan bağımsız olması, kendi enerjisini üretebilmesi, atıklarını ayrıştırabilmesi hatta kendi hukuksal düzenlerine sahip olması konuşulmaktadır. Ayrıca bu şehirlerde karadan bambaşka yaşam kimlikleri oluşacak, dünya üzerinde belki de ilk defa sadece suda gelişmiş kültürler ve medeniyetler ortaya çıkacaktır.
İnsanlığın geleceğinde önemli bir yer edinebileceği görülen yüzer kentler yine aynı geleceğe kolayca uyumlanabileceğini düşündürtmektedir. Küresel ısınmayla birlikte giderek artacak su taşkınları ve sel gibi doğal afetlere karşı yapısı gereği bağışıklığı olan bu kentler, insanlık için daha kolay yaşanabilir bir ortam sunmaktadır. Ayrıca değişebilir, taşınabilir, eklemlenerek büyüyebilir yapılarıyla çağa ayak uydurmakta kara kentlerinin bir adım ilerisinde olacağı söylenebilir.
Su üzerinde kurgulanacak sözü edilen bu yeni yaşamın birçok mimari, teknik, kültürel ve sosyal soruyu da beraberinde getireceği ortadadır. Bütün bunlara rağmen, suda yeni bir yaşam çeşidi ve bununla birlikte oluşacak yeni bir su kültürü artık insanlık için hiç de uzak bir gelecekte değildir. Karaları keşfini tamamlayan insanoğlu, okyanusların kıyısında yepyeni fikirlerle bambaşka bir dünyaya adım atmak için beklemektedir.